16 Ağustos 2010 Pazartesi

güliş'e mektup / bilir misiniz

Bilir misiniz

Bilmem.

Dış kapının önüyüm sessiz,

Beklerim

Kapının tokmağıyım usulca,

Bekler büyürüm.

Yerde altındaki anahtarı saklayan bir paspasım,

Astımım.

Sonra Sağım solum sobeyim dilsiz,

Dünayanın engüzel çocukları kayıp.

Uzaklardayım,

Onu da bilir misiniz

Bilmem

En sonunda

Bir kuş böceğiyim yüzsüz

Uçma kursundan ikmale kalmışım

Uzaktayım

Özlerim,

Bilemezsiniz…



Sokaklarda bilemez

Tren raylarından çalınan bir türküyü…



Güliş’i de bilemezsiniz

Bilir misiniz

Bilmem

bir çiçek elması o...

mektupsuz kalmış,

güneş papatyası

serinliğinde en gecenin...

uzak yokuş akşamı

karpuz çekirdeği ıslak

bilemezsiniz

sırılsıklam sevdalı

kitaplarımın anası

imgelerimin martıları

vapurları

bilemezsiniz



suyum ellerim

derdim gülüşlerim uzaklığım yakınlığım

acılarım hürriyetim

gökyüzüm

dön yüzüm

gel gülüm


13 Ağustos 2010 Cuma

Zonguldak, Kürt Ruşen ve Sevgi

Eylül’dü henüz…


Usulca limanda yerini alıyordu güneş o vakit.

Zonguldak’ın bütün merdivenleri denize koşuyordu kızıl fularlı bir çocuk gibi…

Elim, yüzüm, dilim, kocaman bir şehirdi…

Şaşkındım,

Okyanus görmüş

Erzurumlu bir kürt çocuğu gibiydim

Zonguldaktaydım…



Dedimya eylül’dü henüz

Kırmızı, siyahın koynunda çırılçıplak sevişmenin hayalini kuruyordu

Lauvarın içinde…

Sonra inanır mısınız,

Salkım söğüdü, sahil kahvenin

Ruşen amcaya görünmeden üç şekerli çay ısmarlıyordu güze?



Eylüldü henüz

Önde Kadir* ağabey,

Arkasında dünyanın bütün Çingeneleri ve müzisyenleri…

Marx’ı yanıltırcasına iktidara yürüyorlardı sanki…

1996 1 Mayıs’ında, Kadıköy’de olduğu kadar ciddiydi kitlenin önünde Kadir Ağabey…

Festivaldi…

Mete Hoca’nin festival davetiyesi,

Biraz maden işçisi,

Biraz baret,

Biraz orak çekiç, biraz da öfke

Festivaldi…



Eylüldü henüz…

Çingeneler ya da maden işçileri, deniz ya da Zonguldak…



Resim sergileri sahil kahvenin hemen ötesinde…

Resimler, tablolar,

Denizi kıskandırırcasına mavi…

Ne olduysa orda oldu,

İlk kez orda oldu,

Mevsimlerden güz, aylardan Eylül oldu…

Kızıl saçlı bir kadın resmi tabloda

Tablo küçük,

Saatlerce tabloların başında “görev” yaptım

Dilim döndüğünce İlhan berk’i kızdıracak da olsam

Sorduklarında insanlara,

İnatla resimlerin ne anlama geldiği

Anlatmaya çalıştım





Ama aklım kızıl saçlı ve yeşil gözlü kadın portresinde kalmıştı,

O resmi kimseye anlatmadım

Kıskandım…

Kimse de sormadı...



Eylüldü henüz

Steinbeck romanlarındaki işçi önderlerinden daha fazla gözaltına alınan,

Komünist işçi Kadir Ağabey,

Yanında, az önce ikinci cihan harbinden kaçmış, Fransa’dan şehrimize gelmiş ve limana demirleyen gemiden inmişçesine yabancı ve bir o kadar Zarif bir çiftle tanıştırdı beni…

Kadın, koluna girmişti adamın…

Gestapo ve GPU’dan kaçmışçasına rahattılar…

Kadın kızıl saçlıydı, zarif ve yaşına göre uzun boylu genç…

Adamsa eylül rüzgarına yenik düşmeyen fularıyla, şapkası ve gözlükleriyle Fransa’dan değil

İspanya iç savaşından sağ kurtulmuşçasına yiğit ve yakışıklıydı…

Ruşen Amca ve Fatma hoca…

O kadar ince ve güzeldiler…

Hala çok güzeller…

Dahası

Kızıl saçlı kadın portresi

Fatma hocanındı.

Öğrendim,

Şaşırdım,

Sadece sustum.



Fatma Hocanın da gözleri yeşildi.

Bir tabak çorba karşılığında,

(kızıl saçlı kadın portresini) resimleri İtalyan çocukların, bahçesinde

İtalyanca güldükleri eski bir eve taşıdık Hoştepe sokağında…



Şaşkındım şaşırmış ve mutluydum.

Resimler, deniz, Paul Eluard

Bodrumdan kilometrelerce uzakta

Halikarnas Balıkçısı

Sanrımı düş mü?…

Zonguldak

İtalya,

Fransa,

İspanya iç savaşı, işçiler, sosyalizm

Filmler, sinemalar,

Basına, polis karşısında açıklamalar,

Her iki kişiden üçünün polis olduğu eylemler.

Ruşen amca, Fatma Hoca

Zonguldak…



Eylüldü henüz

Akşam lokalde

Buluştuk…

Güneş limandan çıkıp gelmiş,

Maden mühendisleri lokalinde

Kimse kızmasın,

Kaba garsonlara ve onlara sessiz kalan mühendislere rağmen kendisine

Soğuk bir bira söylemişti…

Çingeneler yoktu bu defa...

Şairler, karikatüristler, işçiler, vardı



Beyaz perdede güneşe rağmen Ruşen amca

Kürt Ruşen Fenerdeydi,

Anlatıyordu,

Anlattıkça okumadığım kitapların

Altında kıvranıyordum güneşin sarhoş olduğu masanın hemen arkasında…

Sonra sanat sokağı tartışmaları…



Evet…

Eylüldü…

Henüz…

Artık Zonguldaklıydım…

Kırmızıyla siyahın sevişmesine tanık olmuştum

Deniz, limandaki Fransız gemisi

Ruşen amca…



Derken koşar adım Ruşen amcanın peşinden

Şişedeki Balık,

Çizgiler…

Filyos treninde operalar,

Bacaağzı türküleri…

Liman arkasında İrfan yalçın Trenleriyle yolculuk hayalleri…

Kılıç da sinema günleri

Rüştü Onur sevmeleri…



Mevsim döndü sonra.

Kış geldi

Şehre…

Çaylar inatla şekere doyarken,

Ruşen amcanın sohbetine doyum olmadı

Akşamları üşümemizden ürkerdi birde

Cebinde taşıdığı fındık fıstıkla bakardı bize…

Pikniklerimize koşarak gelirdi elinde meyve çekirdekleriyle…

Sonra Maydanozla, Antalya peynirine karışan tarih sohbetleri

Susamlı ekmek, Sarımsak ve soğanla birlikte

İşçi sınıfının bağımsız politik mücadelesine dek ulaşırdı.

Sömürücüye yumruk gibiydi,

Sonra şekere karşı başlattığımız savaş…

Onlarca kişiydik şekeri bırakan…

Zaferi kazanan…



Fenere giden son dolmuşa yetiştirirdik Ruşen amcayı



Dedim ya mevsim döndü diye

Şarabımız tükenmişti

Askerdeydim

Tezkeremi aldım

Cumaydı.

Koşarak çıktım kışladan

Terminale gidip Zonguldak’a bilet aldık aslıyla

Ruşen Amca hastanedeydi….

Almadılar içeri,

Görmedik, göremedik,

Onun için getirdiğimiz

Cebimizdeki sarımsağı

Bahçede ayağı sakat küçük bir köpeğe verip

Yollarında kar birikmiş şehrimizin karanlığından ayrıldık



Dedim ya mevsim döndü

Ruşen amca

Aylarca direndikten sonra

Tamam artık dedi…



Zonguldak, maden işçileri

Sonra biz şişedeki balıklar,

Genç işçiler, Marksistler, edebiyat ve şiir sevenler

Ruşen amcasından yoksun yaşayacaklar…

Fenere kalkan son dolmuşa yetiştirdik Ruşen Amcayı

Ama biliyorum biz ona yetişemeyeceğiz…



Ruşen amcamızın sevgisinden sonra Sevgi’den bahsetmeliyim

İzin verin…



Şişedeki Balık’ın Semah ekibimizin, Zonguldak’ın, hepimizin bir parçası Sevgi (Sabire) Yaman’ı da geçtiğimiz hafta kaybettik.

Canımız, can arkadaşımız, sevdamız Sevgi gencecik bedenine değen üç soğuk mermi çekirdeğiyle aramızdan ayrıldı.

Saçma sapan bir ölüm aldı onu bizden.



Ücretli emek sömürüsü altında haftanın altı günü çalışıyor olmasına rağmen kurdukları alternatif sanat oyuncuları ekibiyle oyunlar yazıp oynuyordu.

Yorulmuyordu.

Besiniydi Zonguldak.

Simsiyahtı yüzü. Gözleri…

Usulca düştü oyunda.

Öldü.

Son oyununda martı oldu.

Oyunun adı martıydı. İstanbul’da…

Eğer yolunuz İstanbul’a düşer ve bir parça vapur gürültüsünde bir martıyla karşılaşırsanız Şişedeki balık adına ona lütfen sevgiyle bakın Ruşen amcanın sımsıcak yüzüyle….



Sevgi Canım Ruşen Amcam.





*Kadir Tuncer

http://zonguldakbilgi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=1925&Itemid=62

Gıda Krizi, Maria Antoinette ve Çikolatasız Pasta

dahası kuşlar perişan . zavallı yaratıklar neredeyse ölmek üzereler . binbir umutla o tarladan ötekine . gün boyu durup dinlenmeden kanat çırpıyor , ahlatların dalına konup ; bazen umutla bakıyor bazen de kupkuru bir sesle mecâlsiz ötüşüyorlar ama tadımlık da olsa insanların elinden ufacık bir arpa tanesi kapamıyorlar . bu yüzden kursaklarında gökyüzünden başka bir şey yok . bulursa börtü böcek yiyiyorlar belki , bulamazlarsa kursaklarında çalkanalıp duran gökyüzüyle ahlat gölgesinde uyuyan sidiğe belenmiş bebeklerin yanına patır patır dökülüyorlar . bazıları daha düşerken ölüyor tabi . bazıları da irkilerek uyanan bebeklerin terli bakışları altında kanat çırpıp debelendikten sonra , ya ansızın hareketsiz kalıyor ya da kendilerini eksik uçuşlarla arpaların arasına atıp kayboluyorlar .

bebekler bakakalıyor kuşlar gibi...



''hasan ali topbaş''



insanlar açlıktan ve çaresi bilinen tüm hastalıklardan ölüyor . kuşlar da... özellikle de çocuklar açlığın ortasında doğuyorlar . çok değil , birkaç baharı üst üste göremeden ölüyorlar . uzakta değil , hemen yanıbaşımızda . korkmayın , balkondan baktığınızda görebileceğiniz kadar yakında değil . sayılarla dolu bir gazetede , belki bir yardım derneğinin televizyon programında , belki de içimizde... eh , pek de yakın sayılmaz .



burjuva enternasyonalleri... bm , imf , db , ab , unesco , unicef... açlığa yardım sadıkları... ölüm haberleri , acil önlemler . açlık ve yoksulluk sınırları . sınırlar , sayılarla aşılır . istatistik... tablolar... yüzdelik pasta dilimleri . sayılar ve soyutlamalar . rakamlara doymuş yazıların açlığı... açlık sayılamaz . sadece sayılarla kanıksanır . ölümse çoktan kanıksanmıştır .



yakın zaman önce ortadoğu ve uzak asya'da yaşanan ayaklanmalar kapitalizmin yıllardır ''ilerleme , büyüme , kalkınma'' gibi kavramlarla unutturmaya çalıştığı açlığı , yoksulluğu ve buna bağlı olarak , kitlesel yıkımı tekrar ortaya çıkardı . milyonlarca insanın günde 1 dolar'ın altında çalıştığı bölgede , temel besin fiyatlarının aşırı artışı sokak çatışmaları ve grevleri uzun bir süre sonra bir kez daha gündeme getirdi . sermayenin uluslararası örgütlerinin , geç kalınması halinde ayaklanmaların bölgenin tamamına yayılacağı yönündeki açıklamaları , yönetenleri ''yardım'' musluklarını açmaya zorladı . bunun üzerine milyonlarca dolar yardım , bölge ülkelerine doğru yola çıktı .



biz bu oyunu biliyoruz . yatağa mahkûm edilen ve ölümün kapısından içeri girmekte olan bir hastaya bir paket aspirin vermek gibi bir şey . varto depreminde yardım niyetine bölgeye yollanan süt tozuyla badana yapan kadınları unutmadık . isa öldükten sonra yıllarca manipülasyonun önemli aygıtlarından biri haline gelen bu yardımlar , yönetenleri , bu kez içine düştükleri krizden kolay kurtaramayacağa benziyor . yıllar önce iletişim araçlarının yaygın kullanımıyla beraber üzerinde epey uğraştıkları ve özellikle 90'lı yılların başından itibaren uygulamaya başladıkları manipülasyonla açlığın ve yoksulluğun artık tarihe karıştığı yalanını tüm dünyaya yaymaya çalışanlar , kralı çırılçıplak soymuş ve yoksulların önüne getirmişlerdir . kral çırılçıplak giyotine yürürken kraliçe marie antoinette az önce yediği pastanın çikolatasını dudaklarından silmenin telaşı içinde . ne yazık ki işçiler ekmekten sonra pasta da bulamamışlardır .



kralı , yalan haberlerle giydirmeye çalışan dünya basını , gıda örgütlerinin yoksullar adına yaptıkları yardımları açıklamak için birbirleriyle yarışırken , ironik biçimde , dünyanın dolar milyarderlerinin artışı üzerine olan haberi de bu dönemde yayınlandı . hindistan , singapur başta olmak üzere rusya gibi ülkelerde dolar milyonerlerinin sayısında çift haneli artışlardan bahsediliyor . özellikle son yıllarda solun kalesi olarak gösterilen ve yoksulluğun ortadan kalkmak üzere olduğu iddia edilen , hattâ sosyalizmin yakın olduğu yalanını uçurtmaların kanadına takıp tüm dünyada gezdiren liberaller , latin amerika'da özellikle de brezilya'da dolar milyarderlerinin artışı karşısında bahar uykusuna yatmışlardır . anlaşılan o ki açlığın ve yoksulluğun gerçek nedenini çok uzaklarda aramak yersiz . açlık ve dolar milyarderleri artar...



aylardır kapitalizmin damarlarında gezinen malî krizin önemli sonuçlarından biri olarak karşımıza çıkan gıda krizi , kısa vadede bölge ülkeleri etkilemiş olsa da bütün dünyayı etkileyecek ciddi bir ekonomik krizin önemli ipuçlarını ortaya çıkarmaktadır . bu durum kimse için sır değil . özellikle enerji maliyetlerinin aşırı artışı ve buna bağlı olarak enerji yollarının güvenliği ve denetimi gibi sorunlar , başta ortadoğu ve balkanlar olmak üzere dünyada bölgesel savaşların fitilini çoktan ateşledi . gıda krizini daha fazla derinleştirecek olan savaş hazırlıkları barutla beslenenleri harekete geçirmiş durumda .



silâhlanma ve ona ayrılan bütçeler ile birçok ülkenin gsyh'nı aşmış durumda . silâhlanma oranlarının bu aşırı artışı savaş fitilinin , sanıldığı kadar uzun olmadığını ortaya çıkartmıştır (elimdeki oranları saklı tutuyorum) . başta çin , abd ve rusya olmak üzere almanya ve rusya da silâhlanma yarışında üzerlerine düşen görevi önemli ölçüde yerine getiriyorlar . yani anlayacağınız şu ki , savaş tamtamları petrol şirketlerinin ve gıda tekellerinin web sitelerinden çıkıp ortadoğu ve balkanlarda çocukları uykularından uyandırmıştır .



işçiler ve yoksullar telgrafhanenin önünde uykularından uyanmışlardır...



sonra savaşlar... derken kuraklık alır başını gider . karbon emisyonları sanayi devrimi öncesi değerlerinin iki katına yaklaşır . küre hızla ısınır . buzullar , nuh'un gemisi yapılmadan erimeye başlar . tarım arazileri gıda üretimi özelliğini yitirir . yitirmeyenlerse büyük petrol şirketlerinin küresel ısınmaya karşı geliştirdikleri biyoyakıt için kullanılır . amazonlar ve malezya ormanları kyoto şartlarına bağlı olarak altenatif enerji için ortadan kaldırılır . toprak kirlenip canlı türleri yok olurken , doğanın genel dengesi kapitalizmin kâr eğrileri altında sarsılır . sarsıntı , küresel ısınmaya bağlı kuraklığı ve aşırı sıcaklığı , insanları tehdit edecek boyutlara ulaştırır . gıda krizi , dünya krizi haline gelir . derken ilginçtir , küresel ısınmaya bağlı olarak değişen iklim rejimleri ingiltere gibi ülkelerde zeytin üretimini kolaylaştırır . fakat birçok ülkede yaygın gıda maddelerinin üretimi ortadan kalkma tehlikesiyle yüz yüze gelmiştir . mesela kahve . kahve tükenirse insanlar ne yapar bilinmez ama , alman ordusunun buna bir çare bulması gerekir . çünkü alman ordusunun ikinci dünya savaşını kahvesizlik nedeniyle kaybettiği söylenir . kim bilir , alman ordusu bugün bir yandan silâhlanırken bir yandan da kahve stoğu yapıyordur . üretimi biteceği bir başka ürünse çikolata . çikolata oldukça önemli . gıda tekelleri tedirgin . ama daha da önemlisi krallar ve kraliçeler çikolatalı pastadan nasıl vazgeçecekler bilemiyorum .



sonuç olarak dünya coğrafyasında ekmek ayaklanmaları sürecek . yalnız tarihin ''giyotinden kurtulmuş'' sayfaları soluk almayı becerebilmiş ve işçilerin karşısına ''ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler'' diyen bir kraliçemiz henüz ortada yok . ama eğer böyle bir cümlenin peşine takılabilecek bir kraliçe varsa , küresel ısınma nedeniyle üretilemeyecek olan çikolatayı düşünüp lütfen cümleyi şöyle değiştirsin :



''ekmek bulamıyorlarsa çikolatasız pasta yesinler''

Eros, Çingeneler ve Kapitalizmin Krizi

birkaç yıl öncesinde amerika'da baş gösteren ve tüm dünya ekonomisini altüst edecek bir konuma ulaşan ; hattâ birçok bankayı batmakla karşı karşıya getiren ekonomik kriz ve buna bağlı olarak ortadoğuda ve balkanlarda ortaya çıkması muhtemel olan bölgesel savaşların barut kokusu altında , piyasa uzmanları kapitalizmin mevcut ekonomik krizini ortadan kaldıracak çözümü buldular ! 14 şubat sevgililer günü...

ekonominin girdiği durgunluk ancak böyle günlerde yapılan tüketimle giderilebilir ve böylelikle , ekonominin temel çelişkileri ortadan kaldırılabilirdi .



90'ların başında sosyalizm karşısında rüştünü ispatladığı iddia edilen ve tek geçerli sistem olarak insanlığın karşısına tanrı kelâmı gibi dikilen kapitalizmin , içinden geçtiği derin krizi aşmanın yolu olarak piyasa uzmanlarının buldukları ''sevgililer günü'' ; sistemin çöküşünün ne kadar yakın olduğunu bir kez daha göstermiştir . dahası hazırlıkları yapılan savaşları ve insanlığın karşı karşıya bulunduğu yıkımın büyüklüğü sevgililerin birbirlerine aldıkları metaların içinde cisimleşmiş olan artı değer sömürüsünde yatıyor olduğunu bir an olsun aklımızdan çıkartmayalım .



serbest piyasanın çözümü... tanrı eros yardıma koşar...



zeus tarafından sonsuza kadar çocuk olarak yaşamak durumunda bırakılan eros , bütün bu yazgısını unutur , kendisine yabancılaşır . insanlığın tanrılar yüzünden yaşadığı trajediyi sırtındaki âşk oklarıyla unuturken ; zeus'la ve zeus'un demir çağındaki şiddetiyle yüzleşmekten sakınır . aksine , zor araçlarıyla kendisini cezalandıran zeus'a ve diğer tanrılara öykünür . kadınları ve erkekleri oklarıyla , mızrakların çuvala bir türlü girmediği bir zaman yolculuğunda birbirlerine âşık eder . bütün tanrılarda olduğu gibi bu eylemini zor araçlarıyla yapar . yani âşk , eros'un elinde tanrılara ve şiddete öykünmenin aracı hâline gelrken ; eros'la âşk , âşığı kendinden geçirir .



''amor trahit amantem extra se...''



eros modern zamanların zulmüne ayak uydurur . ama tarih eros'la birlikte bütün tanrıları elbet birgün bir daha hiç dönemeyecekleri bir yere gönderecek .



''üflüyor dumanını cigarasının

tütün kokuyor çiçekleri''



zemheri ayının 14'ü...



ateş , karlı bir rüzgâra rağmen tenekesinde , çiçekleri üşümekten kurtarma telâşıyla yanıyordu . ateşin başındaki kadın , soğuktan sakladığı çiçekler arasında içtiği sigarayı çiçeklere doğru üflüyordu . mesaisi bitmiş , hattâ bir gece önce yerleştiği bu gökyüzünün altında hediyesizlikten akşama kalmış birinin yüzünde küçük bir tebessüm bırakabilmek için koynuna aldığı sevda türkülerini usuluca gövdesinde dolaştırıyor , geceye okuyordu .



bilirsiniz tanrıları , sonsuza kadar kapanmayacak yaralara neden savaşları başlatmışlardır . ama bugün halâ korkuları ve cezalarıyla içimizde , yanımızdaymış gibi gözükse de çoğu doğal seleksiyon nedeniyle ortadan kalkmış ; kimisi de gökyüzünde kendilerine ayrılan tutukevlerinde , okuyamadıkları şiirleri okumak için sıranın kendilerine gelmesini beklemekle meşgûl hâle gelmişlerdir.



bu geçen zaman sonunda yeryüzünde âdemler ve havvalar , sırtlarındaki tanrı yükünden kurtulmanın keyfini sürdürememişlerdir . önlerinde duran bütün kale duvarlarını tanrısızlık erdemiyle yıkmışlardır fakat yöneticler , yıkıntının altında kalan yoksul âdem ve havvaları kaderlerine terketmişlerdir . modern zamanların kapısı yoksullara kapanmıştır .



kapı her zaman kapalı duramaz...



masal gibi görkemli bir hâl almaya başlar bu durum . sahip olmak olgusuyla ''birleşince'' ekonomik büyüme tablosundaki zenginlik grafiği heybetini yitirir . kriz , serbest piyasa ekonomisinde yöneticileri telâşa düşürür . ama serbest piyasa serbestleşmeye devam eder .

''serbestlik özgürlüktür'' fakat bu serbestlik , işçiler için tutsaklık ağacında diyalektik meyvelerini yeşertir . tarihin zorunluluk yasalarından biri bu . bütün yoksul âdemler ve havvalar , bu yasak meyvelerden ne yazık ki yemeye koyulurlar... friedman ile hayek evlenir . yasak meyveler ve büyümenin aşırı düşüşü , tanrısız yeryüzüne savaşları getirir . yöneticiler kendilerini ortadan kaldıran bu meyvelerden kurtulmak için son çareyi savaşta bulur . her ne kadar serbest piyasa ekonomisi militarizmle soluk alsa da tanrısız yöneticiler savaşı kazanamayacaklarını anlarlar .



modern zamanların yöneticileri , cehennem ateşini tenlerinde hissettikçe radikâlleşen âdemler ve havvalarla tek başlarına başa çıkamayacaklarını anlamışlardır ve gökyüzünde âşk şiirleriyle meşgûl olan tanrılar arasında en zararsız olan ve insanların onu tekrar gökyüzüne gönderemeyecekleri birini , yeryüzüne indirmeye karar verirler .



''bütün bunlar tanrıszılıktan'' tespitini yapan yöneticiler , sıkıştıkları serbest piyasanın bütün çelişkilerinin ortasında , bu çelişkileri kendi lehlerinde çözecek ; yani âdemlerle havvaları diyalektik meyvesinden uzak tutacak bir cezalandırmayı yürürlüğe koyacak tanrıyı bulurlar .



ismi duyulduğunda insan zihninde uyandırdığı bütün kadın erkek hâllerini sırtındaki çantasında taşıyan eros , bütün ölü atalarına rağmen şiir kitaplarını bırakarak tutsaklık ağacını ve diyalektik meyvelerini ortadan kaldırmak ve yönetici sınıfların kârlarını artırmak için gökyüzünden yeryüzüne inerek serbest piyasanın bütün kurallları için elinden geleni yapacağını söyler .



altın kanatlar ve oklar...

sahip olmak arzusu . âşk , sevda , özlem , tutku , coşku ve esrime... bütün bunlar anlamını bir anda yitirir .



çocukluğunda zeus'un şiddet çemberinden geçen eros , zeus'un bütün zorbalığını modern yüzyılın barbarlığına uyarlayarak , şiddet sahibine öykünerek freud'u haklı çıkarır . dahası ''uygarlık , insan içgüdülerinin sürekli boyun eğdirilişi üzerine dayanır'' sloganıyla işe başlayan eros , ilk önce bu boyun eğdirişe ; tutsaklık ağacına bıçağıyla bir kâlp çizerek başlar ve ağaç zehirlenir . diyalektik meyveleri çürür . eros âdemlerle havvalara , ilk büyük darbeyi indirmiş olur . ama ekonomideki darbe çözülmeksizin varlığını korur . serbset piyasanın krizi , bastırılan âdemlere ve havvalara rağmen devam eder .



yüzyıllar modern zamanları da ezerek ilerler... serbest piyasanın krizi durmaz .



altından kanatlarıyla eros , dünyanın girdiği ekonomik kriz ve buna bağlı olarak düşen dolar karşısında yükselen altın fiyatıyla daha bir önem kazanmış ve tüm piyasayı belirler hâle gelmiştir . dolar altın eşitliğini öngören ekonomik düzenlemelere 70'li yıllarda son verilse de ; gücünü , petrolün bugünkü değerleri açısından saklı tutmaya devam eder . yöneticiler bundan memnundurlar .



latin amerikelı altın madeni işçileri kapitalizme duydukları âşkı eros'a borçludurlar . eros modern oklarla işçileri patronlarına âşık eder . işçiler çâreyi cellâda âşık olmakta bulurlar .



altından kanatlar , sonra oklar ve mızraklar... zor ''âşk'' ve zorla tüke(t)(n)im .



serbest piyasa ekonomisinin makyavelist yorumu , eros'un oklarının ucunda krizin ortasında platonik yıkımlar yaşayan kapitalizmin derdine çâre bulmaya çalışarak , altınla kurduğu ilişkiyi derinleştirerek sırtındaki okları , nükleer silâhlara dönüştürür ve leylâ ile mecnun'un ülkesine , yani ortadoğuya yönlendirir . yoksul arapları abd'nin kapitalizmine ve diğerlerine âşık etmiştir .



eros kapitalizmin krizlerini aşmak ve yönetici sınıfın kârlarını artırmak için oklarının yerini alan modern araçlarla , işçileri ve yoksulları tüketime zorlarken ; piyasa uzmanları mevcut krizin büyük bir kısmının eros ve onun manipülasyonuyla azaldığını belirtmiş ve yoksul iranlıları , pakistan işçilerini -aslında tüm dünya işçilerini- eros'un yardımıyla kapitalizme âşık edebilirsek bu sorunu biraz olsun erteleyebiliriz . ''eğer işçiler ve yoksullar cellâdlarına âşık olmazlar ve bodrum katlarında atom bombaları yapmayı öğrenir ; ve gerçekten âşık olurlarsa işimiz bitiktir'' açıklamasını yaptılar .



çingeneler... ateş yanar... sokaklar ısınmaz...



ellerinde çiçeklerle kapıları beklerler . usulca , bildikleri bütün sıcak şarkıları kadın erkek hikâyelerinin satırlarına okurlar . bütün tanrıları öldürmüşlerdir . kıpkırmızı bir gökyüzünün altında , âşkın , sevmek eyleminin fitilini bir kırmızı karanfille ateşlerler . insanların , sevmek için bir tanrıya ihtiyacı olmadığını haykırırlar . hele mevzu âşk olduğunda , ''insanlık bütün tanrılardan uzak durmalı'' derken kadınlar , yüzlerindeki yolculuğu bütün insalara vermek için hazırdırlar . hepsi birer eros'turlar . zeus ile ilişkilerini çoktan kesmişlerdir ; çingeneler...

Kimseden Uzak Değiliz

bir günün akşamında

elimde kocaman

bir

şehirle

burdayım



o bu şu

zamanın

eskide kalmayacak parçaları da

burada



denizler

maden ocakları

kocaman bir gümeli

göçükaltı



fenerde bir parça lokâl

sahil kahvesinin

ruşen amcası

burda , buradayız

cancağızım



bitmedi

balıkların en guzeli

rinası lepistesi

hepsi burada koynumuzda

sımsıcak yan yana



biz buradayız

güzel dostlar

güzel günler gördüğümüz

kocaman bir şehirden sonra

buradayız

zonguldak'tayız

domuzini'nden koşarak kozlu sahiline

inmekteyiz...



balıklarlayız gene

durmadı direncimiz

heyecanımız

şişedekibalık'la yaşamaktayız

o çaba durmadı

o zaman da durmamıştı

siz durmuştunuz

herkes gibi onlar şunlar bunlar durmuştu

ama biz durmamıştık

halâ da durmuyoruz

burada soluk alıyoruz



balıklarlayız dedim ya güzel kardeşim

burada zonguldak'tayız

adana'da ceyhan'dayız

mersin'deyiz

istanbul'da bir veli sarhoşluğundayız

armut ağacının gölgesindeyiz

yan yanayız



kimseden uzak değiliz...

Kapital ve Şiirler

kapitalizm ekonomiyi küreselleştirir . ulus küreselleşir , sınırlar küreselleşir . dolayısıyla ekonomik kriz de onun kadar küreseldir . kimse yakasını kurtaramaz ondan . çin seddi bile diz çöküp önünde hüngür hüngür ağlamıştır . japon yen'i değer kazanır . sermaye hareketleri yavaşlar . mortgage , büyük patronların elinde pimi çekilmiş bombaya benzer . abd'nde konut fiyatları düşer . evsiz yurtsuz sayısı artar . j. steinbeck evsizlerin romanını yazar . sevgililer ve onların önemli günü abd ekonomisini kurtaramaz . ''fed'' ekonomiden elini çeker ve çadır satışlarına başlar . chavez'ciler küreselleşmeye karşıdırlar . en az abd kadar onlar da kapitalizmin kriziyle petrol varillerinin içinde boğulacaklar...



amerikan seçimleri iki ezilen arasında sürüp gider . bir tarafta yıllarca ezilmiş siyahların temsilcisi obama ; diğer tarafta , seçilme hakkından önce doğan , annesinin ; yani bütün ezilmiş kadınların temsilcisi clinton .



solcular ! artık sevinebilirsiniz ! amerikan seçimlerini kim kazanırsa kazansın , ezilenler amerika'da iktidarı almış olacaklar . dünya abd'nin emrinden kurtulmuş olacak . ingilizler , batan bankasının batıklarını toplarken ; sarkozy , blair'in bıraktığı yerden -silâhları eline alarak- kuzey afrika'da önemli askeri antlaşmalara imza atar . afrikalılar ''su''dan önce su tabancalarına sahip olurlar .



almanya bir yandan silâhlanırken ; bir yandan da tarihsel krizi neonazilerle beş taş oynamaya devam eder . karikatürler yoksullaşan müslümanları gene ayağa kaldırır . avrupa birliği birleşemeden bölünecek bir konu daha bulur kendine . nihayet kosova bağımsızlığına kavuşmuştur . kapitalizm , bölgesel savaşlar öncesi balkanlarda prova yapar .



ekonomik kriz savaş öncesi barut biriktirirken kosovalı yoksul işçiler , sırp işçi ve yoksullardan bağımsızlaşmışlardır . kosova , abd ve ab ile birlikte balkanlarda at koşturmak isteyen uluslararası şirketlerin serbest bölgesi hâline gelecektir . ruslar , sırp milliyetçiliğinin peşinde kafkasya'yı karıştırma tehdidinde bulunur . bir eli doğal gaz vanasındadır .



yoksullar kendini yönetenlerin tutuşturduğu ateşin içinde birbirlerini boğazlayacaklardır . esas bağımsızlık , sırp ve kosovalı milyonlarca yoksul işçi ve emekçilerin kapitalizme ve onun yöneticilerine karşı bağımsızlığıdır . aksi hâlde balkanlar tekrar tutuşur . kafkasya tutuşur . pakistan , afganistan , ırak , iran , filistin...



tarih kapitalizm ve savaş için bir prens mutlaka bulur . savaşlara hazırlık sürer . türkler bölgede ırak için hazırlık yapar . hilmi , güler... ırak petrollerini ve doğalgazını abd ile birlikte işleteceklerini açıklar . ekonomik olarak türkiye ile bağlarını sürdüren barzani , talabani rahat uyur . yakında araplar kendilerine saldırdığında siyasi olarak da türklere bağlanmanın düşünü kurarlar .



derken , türkiye ortadoğu sömürü treninin arka vagonlarından ön vagonlarına doğru yol alır . bush ve gül pakistan konusunda anlaşırlar . nasıl olsa pakistan'la hem tarihsel hem de kültürel ortaklıklarımız vardır . tren ilerler . raylar dünyayı yıkıma sürükler...



ekonomik kriz patronları uyutmaz . kısa vadede yüksek faiz para akışının sürmesini sağlar . nükleer güç olma şarkılarıı kulakalrı sağır eder . ergenekonda kurtlar yolu şaşırır . kurdun yolu cezaevine düşer . fakat cezaevinin arka kapısındaki tabela ne yazık ki ergenekonu gösterir .



kadınlar... namus denen namussuzluk... yeryüzünün bütün dinlerinin tarihi kadının yoksayılışının , ezilişinin , tutsakedilişinin tarihi olmaya devam eder . karanlıkta kimse tutsak değildir . karanlıkta herkes özgürdür çünkü zincirler görünmez . egemenliği kapitalizmin üretim ilişkilerinde cisimleşen eril dünya kadın için konuşur ; onun yerine konuşur .



yalandır bütün söylenenler . asker susar ortadoğu üzerine askeri antlaşmaların mürekkepleri postallara bulaşır . tartışmalar manipülasyonlardır... din özgürleşir . ortadoğuda müslüman askerlerimiz pakistan'a kadar rahat bir yolculuk düzenler . pasaport ve uluslararası antlaşmalar yerine miğferlerinde türban taşırlar . patronlarsa krize gönderme yaparlar . eğitim hepten paralı olur . cinsellik kadının elinden bir kez daha alınır .



dünya ekonomik krizin koynunda son kez sevişirken bölgesel savaşların plânları raflardan indirilir . yoksul işçiler dünyanın bütün işçilerinden usulca koparılır . ''enerjisizlik'' ve küresel ısınma , başlayacak savaşların ateşiyle insanlığın soluğunu radyasyon bulutları arasında boğma telâşı içine girer . bilinç telâşı uyandırır...



telâş içindeyiz . telâş içimizde . uyuyamıyoruz . belki okuyacağımız son şiirler diyerek ; şiirleri sırtımızda , koynumuzda , aklımızda taşıyoruz . ve her sabah , şiirleri uzay için bağıra çağıra okuyoruz . belki insanlığın yıkımından sonra gelecek kuşaklar bu şiirleri , bu acıları duyarlar diye...






Tarih ve Yıkımlar

''ama ben , hâkim oldum kendime

basarken gırtlağına kendi şarkımın''



''mayakovski''









kadın , yeni doğmuş bebeğin üzerine yağan yağmurun , zor bir hayatın habercisi olduğunu düşündü ve çocuğuyla beraber intihar etti . kimse kızmadı kadına . hem sonra , bir hayat öteki hayatın kaydından başka nedir ki ? neyse , alâkası yok belki ama frida'nın bir girdap olduğunu söyleyebilirim . ona yakın olan herkes , ıslak ve boğularak , içeri çekilmek isterdi . çünkü ellerindeki boyalar hayatın ve ölümün imgelerinden başka bir şey değildi...



kapitalizm insanlarda bilinç yitimine neden olur . ve mumdan kelebekler yapılır meksika'da... bir de iskeletler... emek duvarı... emeğin bir ritmi vardır . emeğin bir estetiği vardır .



''gpu'' ve franco , 1937 mayısında barcelona'da binlerce işçi önderini öldürdü ! mayıs ayında , bazen bir silâh sesinde , bazen eski bir kokuda , bellek nasıl da ölülerin kemiklerinin saklandığı bir mahzene dönüşüyor...



gerçekten gerçeküstücülük burjuva düşünüşünün bir biçimi miydi ? aynı şekilde burjuva dünyasının anlamsızlığının son nefesi miydi ? gerçeküstücülük . giysi dolabında , siz gömlek görmeyi beklerken karşınıza çıkan bir arslan . gerçek ve imgelem . bilinç ve bilinçaltı...



bir fotoğraf , makineyi tutanla makineye bakan arasındaki diyalektik ilişki . lenin bir defasında trotsky için :

''l.d. bir idam mangasının önünde olsa , son arzusu bir tarak olurdu'' demiş .



ölü çocukları beslerler meksika'da . ölümü , şaraplar ve müzikle kutlarlar . buz gibi bedeniyle ölü bir çocuk duvarda elbisesinin içinde , dans edenlere bakar...



insana husu veren bir şey . istavroz ve türban... mermiler gökyüzünden hızla geçtiğinde , yırtılan sizin gökyüzünüzdür...



yaşlı kadın 1930'ların başında tek yiyeceği olan mantarı , kendi dışkısıyla gübrelerken :

''keşke marx , kapital'i yazacağına onu kazansaydı'' der...



farelerle ve mantarlarla gelecek kışa hazırlık yapan insanlar . devrimciliğin görevi , mantar yetiştimek ve fare beslemek . ölülerini gövdeye indiren ailelerden , ölmüş torunun dilini ateşte kızartan yaşlı adam...



''sosyalizm , zenginliğin toplumsallaşması yerine ; yoksulluğun toplumsallaşmasına dönüştü''



stalin , cumhuriyetçi ispanyolları anca ispanyol altınları ele geçtiğinde silâhlandırdı . andres nin , erwin wolf ve rudolf klement boğazı kesilerek öldürülmüştü .



stalin tarafından yollanan antika silâhları soğutmak için idrar kullanan asker işçiler...



ispanya yıkımın eşiğinde elindeki dünya devrimi şarkısını , stalin'in kötü bestesiyle franco'ya ; yani burjuvaziye teslim etmeye hazırlanıyordu . işçi kadın yasaklanan grevin ardından :

''geçmişi sildiler , geleceği de silecekler'' diye bağırdı !



hitler'in , amerika'lı komedyenden aşırdığı bıyıklara hayran olan stalin , bir tane de kendisine istiyordu . stalin , bıyığını hitler'le ittifâkı'nın simgesi olarak kırpıp kısalttı... stalin soylu bir hasım değildi . stalin'in siyasi ufku son derece dardır . kurumsal düzeyi aynı dercede ilkeldir... yaratıcı imgelemden yoksun , asık suratlı bir deneycinin zihniyetine sahiptir .



stalin : ''ayak seslerini işitmezsem bir insana güvenmem''



stalin'in güveni kitlelerin eylemsizliğinde , büyük rusların uyuklayan ezeli düşüncelerinde , bozkırların bağnaz ulusçuluğunda yatıyor . yosif gösteriyi ve yanılsamayı her zaman sevdi . sonraki yıllarda sinemanın kölesi oldu . stalin kürtajı yasakladı . aileyle birlikte ulusu kutsadı...



''işçiler , yeni tanrınız lenin'dir . ben onun elçisiyim''



stalin'in ezber belleği güçlüyken , hayâlgücü eksiktir . bu yüzdendir ki hayâlgücünün yokluğu nedeniyle , farklı olan herşeyden korkması onun en büyük kusuru hâline gelmiştir...



raylar üzerinde koşar adım ilerleyen trenin en ucuz kompartımanında kadın : ''her dostluk bir aşk ilişkisinin farklı bir biçimi olarak başlar''



düşmanımı tanıyarak kendimi keskinleştiriyorum . düşmanlığın yakınlığı ne kadar derindir . ben , düşmanım ne değilse oyum !



paul ve laura lafargue'ler gibi yapmak eleanor marx'ın peşinden bütün yaşlılık alâmetleriyle kaçıp gitmek . intihar... eskimeyen yüzyıllık yöntem...



engels : ''ruhun hüzünlerinin tek etkili panzehiri bedensel acılardır'' derken , sovyetler bir kışla gibi yönetiliyordu . yumruk ve silâh sosyalizmi...



shostakovich arkasını kollamalı . çocukların günlükleri bile ''gpu'' tarafından okunurken işçilerin iktidârı , kitaplarda mürekkebin kızıllığından başka bir şey değil...



pushkin ve lermontov'dan sonra mayakovski...



ölmeden önceki son oyunu yermilov'un leningrad prömiyerini yerden yere vuran bürokratlar . mayakovski öldüğünde yermilov'un adının bulunduğu pankartın indirilmesiyle ilgili not vardı geriye bıraktığı .



aşkın , sanatın ve devrimin diyalektiği . sanat hayatı yaratır , onun kopyasını çıkartmaz ya da onu yansıtmaz...



devrim insafsız bir metres hline dönüşmüştü ! mayakovski'nin tebessümünün bana erişmesini bekleyeceğim .



stalin'in karısı intihar eder ! tekerleklerimiz hecelerin üzerinden zorlanmadan ilerledi .



savaşta erkekler kendilerini keşfederler .



trotsky natalia'ya : ''sen sevme eğilimimi bir çocuğun esnetebileceği biçimde esnettin . sevgi de bu esnetme eğilimidir . bir aşk macerası kendi hayatımızdan kısa bir geziyle uzaklaşmaktan başka nedir ki ?''